Enver Paşa, aptallığının kurbanı oldu

ENVER PAŞA’NIN MACERASI

Bir kesim insan Enver Paşa’nın “imparatorluğun batmasına sebep olan hain” olduğunu söylerken, diğer kesim Paşa’yı yere göğe koyamıyor, büyük bir asker, kahraman ve “Turancı” olduğunu anlatıyor.Bu iddiaların ne ilki, ne de diğeri doğrudur, ikisinin de gerçeklerle alâkası yoktur! Önce, bu işler için şart olan ve değişmeyen kuralı söyleyeyim: Tarih ve biyografi kulaktan dolma bilgilerle, tahminlerle ve temennilerle değil, belgeye dayanılarak yazılır…

Enver Paşa hakkında bugüne kadar çok şey yazıldı. “Ya ifrat, ya tefrit” kuralı, eskisi gibi aynen devam edip gidiyor. Enver Paşa tarihimizde özel arşivi dağılmadan kalabilmiş az sayıdaki devlet adamından biri. Türk tarihinde, hayatı Enver Paşa kadar maceralarla dolu geçmiş kişilerin sayısı pek fazla değil.

Enver Paşa memleketi için birşeyler yapmaya çalışan, imparatorluğu çöküşten kurtarmaya uğraşan ama geniş hayalperestliğinin tesirinde aldığı bazı yanlış kararların neticesinde maalesef mağlûp olmuş bir askerdir! Üstelik uğradığı bu mağlûbiyet sadece kendi hayatına değil, bize, yani koskoca bir imparatorluğa mâlolmuştur!

Hakkında ortaya atılan “vatan hainliği” abartılı, saçma ve hattâ aptallıktan da öte bir yaftalamadır; zira mağlûbiyet her asker için mukadderdir ve mağlup olan askeri “hain” diye nitelemek zavallılıktır! Meselâ, Fransa tarihinin gelmiş geçmiş en önemli askerlerinden kabul edilen Napolyon Bonapart askerî ve siyasî macerasını büyük bir yenilgi ile noktalamış ve hayatı okyanusların ötesindeki küçük bir adada son bulmuştur ama o Fransa’nın “Napolyon”udur. Napolyon’a “hain” diyene deli gözü ile bakılır, “kahraman” olduğu yolundaki sözler de tuhaf karşılanır. Fransız tarihinden Napolyon’u çekip çıkarttığınız takdirde o tarihte aynı âyarda bir asker ve siyasetçi bulabilmek hayli zorlaşır.

Kendi tarihimizden bir örnek vereyim: Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa…

Millî kahraman kabul edip ismini üniversitelere, okullara, mahallelere ve caddelere verdiğimiz ve hatırasına marşlar bestelediğimiz Osman Paşa’nın şöhretinin bir zaferden değil, aksine aslında büyük bir yenilgiden geldiğini hatırlamaz, Plevne’de karşılaştığı zorluklar neticesinde Ruslar’a teslim olmaya mecbur kaldığını ve ardından Rus ordusunun burnumuzun dibine, Yeşilköy’e kadar gelmiş olduğunu pek bilmeyiz, bilenlerimiz de pek telâffuz etmezler.

Ama, Gazi Osman Paşa herşeye rağmen bizim için büyük bir askerdir ve dillere destan direnişi sayesinde millî kahramanımız olmuştur.

ENVER PAŞA’NIN EĞİTİM VE ASKERİ HAYATI

Asıl adı İsmâil Enver’dir. İstanbul’da Divanyolu’nda doğdu. Doğumu ile ilgili olarak Türkçe ve Almanca otobiyografilerinde farklı tarihler verilir (23 Kasım 1881 Çarşamba, 6 Aralık 1882 Çarşamba). Ailesi Manastırlı, babası, önceleri Nâfia Nezâreti fen memurluğu yapan, daha sonra surre emini olan ve sivil paşalık rütbesine yükselen Ahmed Bey, annesi Ayşe Hanım.

Küçük yaşta gösterdiği aşırı istek sebebiyle henüz üç yaşında iken ibtidâî mektebine kaydedildi. Ardından Fâtih Mekteb-i İbtidâîsi’ne girdi. Bu okulun ikinci sınıfında iken babasının Manastır vilâyeti Nâfia fen memurluğuna tayini üzerine öğrenimine bu şehirde devam ettikten sonra yine aynı yerde askerî rüşdiye ve askerî idâdî tahsilini tamamlayarak Mekteb-i Harbiyye-i Şâhâne’ye girdi.

İsmail Enver Bey 1881'de devrin başkenti İstanbul'da doğdu. Annesi Ayşe Hanım, babası ise Ahmed Bey idi.
Enver Bey’in İstanbul’da başlayan eğitim hayatı, bir ara babasının tayini sebebiyle Manastır’da geçti. O da o yıllarda bir Osmanlı gencinin parlak gelecek hedefleri arasında olan zabitliği (subaylık) seçmişti. Askeri İdadi ve Rüştiyeyi Manastır’da tamamladıktan sonra İstanbul’a geri dönerek Harbiye’ye girdi.

Harbiyedeki yılları amcası Halil Bey ile birlikte geçti. Hatta Erkanı Harp (Kurmaylık) eğitimi sırasında bir ara tutuklanarak Yıldız’a sorguya dahi götürüldüler.

Harbiyedeki yılları amcası Halil Bey ile birlikte geçti. Hatta Erkanı Harp (Kurmaylık) eğitimi sırasında bir ara tutuklanarak Yıldız'a sorguya dahi götürüldüler.
Halil (Kut) Paşa

O yıllarda Jön Türk hareketlerinin tesiri özellikle genç zabit adayları arasında yaygındı. Padişah II. Abdülhamid gizliden gizliye eleştiriliyor, özellikle 93 Harbi (1877-78 Rus Savaşı) hakkındaki hataları öğrenciler arasında tartışılıyordu. Bu konularda öne çıkan Halil ve Enver Beyler bir gece okuldan çıkartılıp Yıldız’a götürüldüler. Padişaha suikast planlayan iki anarşisti evlerinde tutmakla suçlanıyorlardı. 

Halil Paşa yıllar sonra hatıralarında bu olayı ”Şehzade Abdülmecid’i (son halife) suçlamak için bizi kullanmak istediler” diye yorumlayacaktı. Netice itibarıyla bu olaydan kötü bir sonuç çıkmadı ve ikisi de eğitimlerine devam ettiler. 1903’te ikisi de Kurmay Yüzbaşı olarak mezun oldular. Enver Bey Manastır’a, amcası Halil Bey de Makedonya’ya tayin olundu.

Enver Bey Manastır’daki görevi sırasında parlak bir ilerleme kaydetti. Bulgar, Rum ve Arnavut çetelerine karşı önemli başarılar kazandı.

Sınıf ikincisi olarak okuldan mezun olduktan sonra 1903 yılı Ocak ayında erkânıharp yüzbaşısı rütbesiyle Manastır’daki 13. Seyyar Topçu Alayı’na tayin edildi. Bu esnada Bulgar çetelerinin takip ve tenkili için yapılan harekâta katıldı. 1903 yılı Eylülünde Koçana’da bulunan 20. Piyade Alayı’nın birinci bölüğüne, bir ay sonra da 19. Piyade Alayı’nın birinci taburunun birinci bölüğüne nakledildi. Nisan 1904 tarihinde Üsküp’teki 16. Süvari Alayı’nda görevlendirildi. Aynı yılın ekim ayında İştip’teki alaya giden Enver Bey iki ay sonra “sunûf-ı muhtelife” hizmetini tamamlayarak Manastır’daki karargâha geri döndü.

İHTİLÂLDE ÖNCÜ ROL OYNADI

Burada erkânıharp dairesinin birinci ve ikinci şubelerinde yirmi sekiz gün çalıştı, ardından Manastır Mıntıka-i Askeriyyesi Ohri ve Kırçova mıntıkaları müfettişliğine tayin edildi. 7 Mart 1905’te kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) oldu, 1906’da ise Binbaşılığa terfi etti. Tam da bu yıllarda İttihat ve Terakki’nin temelini oluşturacak çeşitli cemiyet faaliyetlerine katılmaya başladı.

Bu görevi sırasında Bulgar, Rum ve Arnavut çetelerine karşı girişilen askerî harekâtta üstün başarılar gösterdiğinden dördüncü ve üçüncü Mecîdî, dördüncü Osmânî nişanları ve altın liyakat madalyası ile ödüllendirildi; 13 Eylül 1906 tarihinde fevkalâde olarak binbaşılığa yükseltildi. Bulgar çetelerine karşı yürüttüğü faaliyet onun üzerinde milliyetçilik fikirlerinin etkili olmasında rol oynadı.

Bu ay içinde Selanik’te kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’ne on ikinci üye olarak katıldı. Manastır’a dönüşünde cemiyetin buradaki teşkilâtını kurma faaliyetinde bulundu. Bu faaliyetleri, Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile merkezi Paris’te olan Osmanlı Terakkî ve İttihat Cemiyeti’nin birleşmesi ve ilk örgütün Osmanlı Terakkî ve İttihat Cemiyeti Dahilî Merkez-i Umûmisi adını almasından sonra daha yoğun olarak sürdürdü. Terakkî ve İttihat Cemiyeti tarafından başlatılan ihtilâl ve suikast girişimlerine katıldı. Faaliyetinin ihbar edilmesi üzerine İstanbul’a davet edildi. Ancak 24 Haziran 1908 akşamı dağa çıkarak ihtilâlde öncü rolü oynadı.

BİR ANDA “KAHRAMÂN-I HÜRRİYET” HALİNE GELDİ

Dağa çıkan subaylar arasında en kıdemlisi olduğundan ve Kolağası Niyazi Bey ile beraber en önemli faaliyeti gerçekleştirdiğinden bir anda “kahramân-ı hürriyet” haline geldi ve bu tarihten itibaren yeniden Osmanlı İttihat ve Terakkî Cemiyeti adını kullanmaya başlayan örgüt içindeki askerî kanadın önde gelen isimlerinden biri oldu. 31 Mart Vak’ası üzerine geçici olarak yurda dönen Enver Bey İstanbul’da Hareket Ordusu’na katıldıktan sonra tekrar Berlin’e gitti.

Tam bir ay sonra, İkinci Meşrutiyet’in ilânı üzerine “Hürriyet Kahramanı” diye tanındı, Selânik’te ve İstanbul’da sevgi gösterileri ile karşılandı, 1909 yılı Mart ayının başlarında Berlin’e ateşe yapılması ise, onun Almanlara yakınlığını başlatacak bir dönüm noktasıydı. Berlin’e askerî ataşe olarak gitti, buradan Trablus’a geçip Libya’yı işgal eden İtalyanlar’la çarpıştı. Balkan Savaşı’nın patlaması üzerine İstanbul’a döndü.

BÂBIÂLİ BASKINI

Bundan sonra İttihat ve Terakki’nin en etkili ismi durumuna gelen Enver Bey hızlıca bir yükseliş gösterdi.

23 Ocak 1913’te Enver Bey’in öncü rol oynadığı bu hükümet darbesinde Kâmil Paşa’ya istifanâmesini imzalattı. Ardından padişahı ziyaret ederek Mahmud Şevket Paşa’nın sadârete getirilmesini sağladı.
II. Abdülhamid’in tahttan indirilip V. Mehmed Reşad devrini başlatan 31 Mart Olaylarının ardından yurda dönen Enver Bey kısa süre sonra tekrar Berlin’e gitti.

1913 yazının başında ise Sadrazam Mahmud Şevket Paşa, Divanyolu üzerinde arabası çapraz ateşe alınmak suretiyle feci bir suikasta kurban gitti.

1913 yazının başında ise Sadrazam Mahmud Şevket Paşa, Divanyolu üzerinde arabası çapraz ateşe alınmak suretiyle feci bir suikasta kurban gitti.
Mahmud Şevket Paşa (ortada)

Mahmud Şevket Paşa’nın 12 Haziran 1913’te öldürülmesi üzerine yönetime el koyan İttihad ve Terakki’nin askerî kanadının liderliğine geldi.

Bu olay üzerine, Mahmud Şevket Paşa’nın nüfuzunu fazlaca genişletip İttihat ve Terakki emirleri ve kararlarına uymadığı için cemiyet tarafından kaleminin kırılıp öldürtüldüğü gibi iddialar ortaya atıldı.

Enver Paşa ile arkadaşları askerlik ve siyaset sahnesine “memleketi batıştan kurtarabilmek” maksadı ile çıkmışlardı ve 1900’lerin başında “memleketi kurtarmak” demek, öncelikle Sultan Abdülhamid’in tahtından indirilmesi demekti.

Bu emellerine Paşa’nın “hürriyet kahramanı” olarak isim yaptığı İkinci Meşrutiyet’in ilânından bir sene sonra, 1909’da vâsıl oldular, Abdülhamid hal’ edilip sürgüne gönderildi, aradan dört sene geçti, İttihad Terakki ve Enver memleketin kaderine hâkim oldu, derken dünya savaşına girildi ve iktidarı tam olarak ele almalarından sadece beş sene sonra, 1918’de ne memleket kaldı, ne de o iktidar!

Öyle bir yenilgi yaşadık ki, memleketin sadece dört bir yanı değil, “payitaht”, yani başkent İstanbul bile işgale uğradı.
Büyük bozgun sırasında ordunun başında Enver Paşa vardı ve yenilgi ile neticelenen iktidarının temelinde bir asırdır sallanan ve parçalanmak üzere olan memleketi toparlayabilmek hevesi bulunuyordu. Ama bu şekilde bir iyi niyetle başlayan yolculuk iyice düşünülmeden ve gençliğin getirdiği hayalperestlikle verilen kararların neticesinde önce imparatorluğun, dört sene sonra da Paşa’nın sonunu getirdi.

12 Haziran 1913’te Mahmud Şevket Paşa’nın öldürülmesinden sonra ülke yönetimine fiilen el koyan İttihat ve Terakkî içindeki askerî kadronun da lideri haline gelen Enver Bey hayatî kararların alınmasında etkili oldu. II. Balkan Savaşı sırasında 22 Temmuz 1913’te Edirne’ye girişi toplum nezdindeki prestijini daha da arttırdı. 15 Aralık 1913’te miralay(albay), 3 Ocak 1914’te mirlivâ(tuğgeneral), aynı tarihte Ahmed İzzet Paşa’nın yerine Harbiye nâzırı oldu. Büyük eleştirilere rağmen gerek kamuoyundaki yüksek prestiji gerekse İttihat ve Terakkî’nin fiilî gücü sayesinde çok genç yaşta ve hızlı terfi sonucu bu makamı elde etmiştir.

23 Ocak 1913'te Enver Paşa ve İttihat Terakki önderlerinin düzenlediği Bab-ı Ali baskını ile Kamil Paşa hükumeti devrildi ve yerine Mahmud Şevket Paşa sadrazam oldu.

Balkan Savaşlarında uğranan hezimetlerin hesabı Kamil Paşa ve kabinesine kesilmişti. Bu sebeple hükumetin devrilmesine halktan bir tepki gelmedi. Buna karşılık yeni kurulan kabine II. Balkan Savaşlarında iyi bir idareyi benimsediyse de ortaya çok farklı bir durum çıkmadı. Edirne’yi kurtarmak amacıyla yapılan bu eylem sonrasında, planlanmasında Enver Bey’in de görev aldığı askerî harekâtın başarısızlığı ve Edirne’nin Bulgarlar’a terki İttihat ve Terakkî’yi çok zor duruma düşürdü.

II. Abdülhamid'in tahttan indirilip V. Mehmed Reşad devrini başlatan 31 Mart Olaylarının ardından yurda dönen Enver Bey kısa süre sonra tekrar Berlin'e gitti.

15 Mayıs 1911 tarihinde padişah V. Mehmed Reşad’ın yeğeni Naciye Sultan ile nişanlandılar. Fakat evlilikleri 1914 yılında ancak gerçekleşebilecekti.

3 Eylül 1911 tarihinde Selânik’te yapılan İttihat ve Terakkî Cemiyeti merkez-i umûmî toplantısında İtalyanlar’a karşı bir gerilla savaşı yürütülmesi fikrini savunan Enver Bey bu görüşünü diğer örgüt üyelerine de kabul ettirdi.

1 Ocak 1913 tarihinde Onuncu Kolordu Erkân-ı Harbiyye reisliğine tayin edildi. Kâmil Paşa hükümetinin barış antlaşması imzalanması yolundaki çabaları aleyhindeki İttihat ve Terakkî eylemlerinde öncü rol oynadı.

“Yiğidi öldür ama hakkını yeme” der atalarımız. Enver paşanın ulaşılması güç ve uzun sürebilecek hayalleri vardır Osmanlı halklarını felakete atan. Ancak bu hayalleri ve hayallerine ulaşma stratejisi tamamen ülkesine olan sevgisinden kaynaklıdır. O Türk halklarının bir arada tek bir ülkede yaşamasını arzulamıştır.

Harbiye Nazırlığı makamına gelen Enver Paşa, 1914 mart ayında da Naciye Sultan ile evlenerek hanedana damat oldu.

Sıkıntı şu ki Türk halkları o kadar dağınıktır ki bu dağınıklık onların zayıflığının kaynağı olmuştur. Bu durum 8 yıl sürecek bir buhrana neden olmuştur. 8 yıldan kastettiğim 1. Dünya Savaşı’nın başladığı 1914 yılı ile Rus İç Savaşı‘nın bittiği 1922 yılıdır.

Babı Ali baskını ile beraber artık Enver paşa devletin en güçlü adamıdır. Bu darbe sonrası meclis ve padişah sadece sembolik bir duruma gelmiş ve devlet İttihat ve Terakki cemiyetinin kontrolüne girmiştir. Bu cemiyet turan ülküsünün Osmanlı da ki vücut bulmuş halidir.

Ertesi sene çıkacak olan, aslında daha önceden geleceği belli olan dünya savaşı sonunda başlamıştır. Bu savaş tabi ki Rusya’nın da varlığı sebebiyle Kafkasya ve Orta Asya Türklerini de etkileyecektir.
Osmanlının savaşa girmeden önce ki manevraları ve savaşa girişi zaten hepimizin malumu.

OSMANLI DEVLETİ’Nİ ZOR DURUMDA BIRAKAN KARAR

1914 Ağustos’unda patlayan Harb-i Umumi (I.Dünya Savaşı) başlarında Osmanlı, Almanya ile saldırmazlık antlaşması imzaladıysa da tarafsız durumdaydı.

İttihat ve Terakki içerisinde çeşitli görüşler hakimdi. Tarafsızlığın korunmasını isteyenlerden farklı olarak Enver Paşa Almanlar ile yapılacak bir ittifakın başarı getireceğini düşünüyordu.

10 Ağustos 1914 günü Çanakkale önüne gelen Goeben ve Breslau adlı Alman savaş gemileri peşlerindeki İngiliz gemilerinden kaçabilmek için giriş izni isteyince kendisiyle görüşen Kress von Kressenstein’in talebiyle Enver Paşa re’sen verdiği bir emirle gemilerin içeri alınmasını ve eğer takip etmek isterlerse İngiliz gemilerine ateş açılmasını emretti. Takip ettiği tarafsızlık politikası alanında Osmanlı Devleti’ni çok zor durumda bırakan bu karardan sonra da Enver Paşa Almanya lehine savaşa girilmesi yolundaki baskılarını sürdürdü.

1914 Ağustos'unda patlayan Harb-i Umumi (I.Dünya Savaşı) başlarında Osmanlı, Almanya ile saldırmazlık antlaşması imzaladıysa da tarafsız durumdaydı.

Olayları yaşayan bazı subaylar, 22 Ekim 1914’te Enver Paşa’nın Amiral Souchon’a Karadeniz’deki Rus donanmasına saldırılması için şifahî emir verdiğini iddia eder. Ancak bu konuda yazılı bir emir 25 Ekim 1914’te Enver Paşa tarafından amirale gönderilmişti. 29 Ekim 1914 günü Karadeniz’e manevra gerekçesiyle çıkan Osmanlı donanmasının Rus Çarlığı liman ve gemilerine saldırısı sonrasında Enver Paşa, müttefiklere tazminat ödenerek tarafsızlığın korunması fikrini savunan hükümet üyelerine karşı savaşa giriş tezinin en hararetli savunucusu oldu.

Enver Paşa savaşa girilmesiyle beraber halifenin cihat çağrısına bel bağlamıştır. Enver Paşa, cihat ilanı ile beraber itilaf devletlerinin kontrolünde ki Müslüman halkların büyük bir isyan dalgası başlatacağı düşüncesini taşıyordu. Ancak cihat ilanı beklendiği etkiyi yaratmaz. Çünkü bu haberin İslam dünyasına ulaşması büyük ölçü de önlendiği gibi zaten pek çok Müslüman gibi Türk gençleri de Rus ordusu içinde silah altına alınmışlardır. Ancak Enver Paşa Kafkasya ve Orta Asya’nın içinde yer aldığı turan ülkesi için kararlıdır. O kadar kararlıdır ki Osmanlı devleti pes ettiğinde bile Rusya’ya giderek bu sefer Türk azınlıkları hareketlendirmek için çaba göstermiştir.

Günümüz tarih anlatımında Enver Paşa'nın Osmanlı'yı kendi inisiyatifiyle savaşa soktuğu fikri yanlış anlaşılmalara sebep vermektedir.
Sultan V. Mehmed Reşad

Osmanlı’da padişah iradesi (emri) olmadan bu tip kararların verilmesi imkansızdı. Nitekim savaş ilanı da bizzat Sultan Reşad’ın iradesiyle çıkartılmıştı. Bununla beraber Enver Paşa ve İttihat Terakki’nin,
V. Mehmed Reşad’ın kararlarına ne kadar tesir ettiği ise ayrıca araştırılmaya muhtaç bir konudur.

I. Dünya Savaşında arzu edilen başarılar kazanılamadı. Yenilginin sorumluluk ve cezası ise başta Enver Paşa ve İttihat Terakki’ye kesildi.

I. Dünya Savaşında arzu edilen başarılar kazanılamadı. Yenilginin sorumluluk ve cezası ise başta Enver Paşa ve İttihat Terakki'ye kesildi.

1915 kışında Sarıkamış’ta birçok askerin donarak şehit olmasıyla Kafkas Cephesindeki hezimet, Sevk ve İskan Kanunu, Anadolu’daki azınlık çetelerinin önlenemez katliamları gibi olumsuzluklar yanında; Çanakkale ve Kut’ül-Amare’de (Enver Paşa’nın amcası Halil Paşa komutasında) muazzam başarılar da kazanılmıştı.

İttihat ve Terakki son toplantısıyla kendisi feshetme kararı aldı.

İttihat ve Terakki son toplantısıyla kendisi feshetme kararı aldı. 30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Ateşkesi sonrasında İttihat Terakki'nin önemli isimleriyle birlikte Enver Paşa da ülkeyi terk etti.

Bilhassa Sevk ve İskan Kanunu sebebiyle İtilaf Devletlerince yargılanacak ve belki de idama mahkum edileceklerdi. Özellikle bu dağılış sonrasında İttihat ve Terakki için ”Önce ülkeyi savaşa soktular, sonra da yenilip kaçtılar” gibi bir algı oluşacaktı.

Bu olaylar üzerine Enver Paşa, 1 Ocak 1919 tarihli padişah emriyle askerlikten uzaklaştırıldı. Enver Bey Milli Mücadele devrinde Anadolu’ya geçip Kuva-i Milliye’ye katılmak fikrindeydi.

Bu düşüncesine başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere Kuvva-yı Milliye önderleri sıcak bakmadılar. Zira toplumda Enver Paşa üzerine büyük bir tepki mevcuttu.

30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkesi sonrasında İttihat Terakki’nin önemli isimleriyle birlikte Enver Paşa da ülkeyi terk etti.

Enver Paşa’nın ülkeyi terkinden önce Sadrazam Ahmed İzzet Paşa’ya yazdığı mektupta kullandığı ifadeler, onun Azerbaycan’da müstakil bir Türk hükümeti kurmaya çalışacağı intibaını uyandırmaktaydı. 1921 Şubatı sonunda yeniden Moskova’ya gitti ve burada Çiçerin ve yeni Ankara hükümeti temsilcisi Bekir Sami Bey ile çeşitli görüşmeler yaptı.

Enver Bey Milli Mücadele devrinde Anadolu'ya geçip Kuva-i Milliye'ye katılmak fikrindeydi.

YENİ BİR HAYAT KAVGASINA GİRİŞİYOR

Birinci Dünya Savaşı Osmanlı için büyük bir felaket ve acı bir yenilgi oldu. Suriye, Filistin, Hicaz, Yemen ve Irak kaybedildi. Milyonlarca insan öldü, hastalandı, sakatlandı ve toplum için yük haline geldi. Avrupa’nın hasta adamı savaşta dört yıl bile kalamadan pes etti. Bu sırada başta Sarıkamış ve Galiçya olmak üzere pek çok nedenden ötürü Enver paşanın eleştirildiği oldu.

Fakat Sarıkamış felaketi olduğundan çok daha fazla abartılmıştır. Tarihçi yazar Mehmet Niyazi şehit sayısının 23.000 olduğunu 90.000 rakamının 60.000 kayıp veren Rusların yalanı olduğunu söyler. Kayıplarımızın üçte ikisi Yemenli olmak üzere en fazla 32.000 olduğunu söylemek mümkün. Bu felakette çoğu Yemen’den gelmiş olan askerler, Kars gibi bir memlekette kış mevsiminde Sarıkamış’ı almak için gönderilmişlerdir. Geldikleri yerde çöl üniformalarıyla savaşan bu askerler Kafkasya’ya takviye edilirken de bu haldeydiler. Sorunun kaynağında da aslında bu yatıyor. Bu harekatta dağın çevresini dolaşıp Rusları çevreleyerek köşeye sıkıştırmak ve Sarıkamış’ı almak hedeflenmiştir. Hata ise askerlerin durumunun ve iklim şartlarının göz ardı edilmesi olmuştur.

Enver Paşanın eleştirildiği bir diğer konu ise en iyi askerlerin Galiçya cephesinde, yani ülke dışında savaştırılması olmuştur. Ancak Enver Paşanın burada hedefi farklıdır. Savaş sonrasında paylaşım zamanı geldiğinde masada daha güçlü olabilmek için Avrupa içinde ki cephede de yer alması gerektiğini düşünmüştür.

Birinci Dünya Savaşı yüzünden ülkede salgın hastalıklar daha da yayılmış, genç nüfus sıkıntısı yaşanmış, iş gücü askerde olduğu için ülke içinde ki işler yapılamaz olmuştur ve en önemlisi de kadın, çocuk, yaşlı ve engelliler ihtiyaçları olan gençlerin olmayışı yüzünden kıtlıkta perişan olmuşlardır.

Osmanlı Devleti dayanılmaz hale gelen durumu yüzünden pes ettiğinde Almanya ve Avusturya-Macaristan halen mücadeleye devam etmektedirler. Osmanlı savaşta pes etmiştir ancak Enver Paşanın pes etmeye ve uğruna yaşadığı ideallerinden vazgeçmeye niyeti yoktur. Zaten Enver Paşaya kalsa, Osmanlının ateşkes istemesini de kabul etmeyip mücadeleyi sonuna kadar götürecektir. Ancak Osmanlının düşüşüyle beraber İttihat ve Terakki kadroları için Anadolu da kalmak intihar olurdu. Çünkü savaşın getirdiği ortamdan sorumlu tutulabilirlerdi. İngilizler Osmanlının teslim olmasıyla beraber İttihat ve Terakki üyeleri için yakalatma kararı çıkarmışlardır. Bu yüzden Enver paşa ve yoldaşları Rusya’ya kaçtılar. Anadolu’da başaramadıklarını Rusya da yapmak yani şanslarını tekrar denemek için yola çıktılar.

Enver Paşa 1911 yılında da İtalyanlara karşı gerilla savaşı yürütmek için Libya’ya gönüllü olarak gitmişti. Şimdi yine aynı yöntemi Ruslara karşı yürütecekti.

Enver Paşa henüz Bolşeviklerle mücadeleye başlamamıştı. Almanya da gizlendiği sıralarda Anadolu’da ki milli mücadeleye katılmak istediğini belirtmiş ama bu isteği reddedilmiştir. Bolşeviklerin kendi düşüncelerine destek vermediğini gördüğünde ise Basmacı hareketine katılmıştır.

Komutasında ki Basmacılar ile beraber Duşanbeyi ele geçirmiş, daha sonra Horasan’a yürümüş ve kızıl ordudan Buhara ve Horasan’ı terk etmesini söylemiştir. Ancak 28 Haziran’da Kafiran savaşının kaybedilmesiyle artık dağlara çekilecek ve gerilla savaşına girecektir.

 (Mahallî giysiler giymiş Enver Paşa’nın Buhara’dan 29 Ekim 1921’de hanımı Naciye Sultan’a gönderdiği fotoğrafı.)

Orta Asya da 1922 yılında yani Rus iç savaşının son yılında bir çok çarpışmaya girmiştir.

Sovyetler Birliği, Türk Kurtuluş Savaşına(1919-1922) önemli ölçüde destek verirken Enver Paşanın buna rağmen onlara karşı savaşması elbette düşündürücü bir durum. Belki de bu yardımlardan haberi yoktu yada Kurtuluş Savaşı bittikten sonra bunun bir öneminin olmayacağını düşünmüştü. Bu sorunun cevabını bilemiyorum.

İYİ NİYETLE BAŞLADI AMA…

(Enver Paşa, İstanbul’da Birinci Dünya Savaşı senelerinde yeni bir Alman silâhını tecrübe ediyor.)

İMKÂNSIZ BİR MUKAYESE

(Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa, sivil giysilerle. Fooğrafı 1917 Ekim’inde “Cicim” dediği hanımı Naciye Sultan’a imzalamış.)

Kişileri efsaneleştirmeyi pek severiz ve efsaneleştirmek istediğimiz şahıs mücadelesinde başarılı olamasa bile onu kurtarıcı ve kahraman gibi gösterip başarı sahiplerinin karşısına hem rakip hem de “asıl kahraman” gibi çıkartmaya çalışmak maalesef bir türlü kurtulamadığımız fena âdetlerimizden ve hatalarımızdan biridir.

Türkiye’de senelerdir bu hatâ, yani Enver Paşa’yı Mustafa Kemal ile mukayese etmek gibi gereksiz, yanlış ve olmayacak bir iş yapılıyor! Dünya Harbi’nde uğradığımız birçok bozgun, meselâ Sarıkamış hatırlara getirilmeden Çanakkale yahut Kutülamâre zaferleri öne çıkarılıyor, bu zaferlerin Enver Paşa sayesinde kazanıldığı söyleniyor ama sonradan gelen toplu bozgunun sorumlularının kimler olduğu düşünülmüyor, üstelik Mustafa Kemal ile Enver Paşalar arasında kalite mukayeseleri bile yapılıyor.        

Enver Paşa mücadelesinde mağlûp değil de galip olsa idi, Türkiye’de bugün Mustafa Kemal’in ismi yahut “Kemalizm” kavramı değil, Şark milletlerine mahsus yüceltme merakı ile “Enver” ve “Enverizm” sözleri işitilecek; okullarda, kışlalarda ve resmî dairelerde Enver’in fotoğrafları ile büstleri yeralacak, meydanlarda onun heykelleri yükselecekti.

Bugün mukayeseye çalışılan taraflardan birinin tarihin mağlûbu, diğerinin de galibi olmasına rağmen mağlûbun ismini kullanarak olmayan bir zafer ve kahraman yaratmaya çalışanlarımız mevcut!

TURANCI DEĞİL, İSLÂMCI!

Bazı çevreler, Enver Paşa’nın “Türkçü” ve “Turancı” olduğunu söylüyor, hattâ senelerden bu yana bunun propagandasını bile yapıyorlar…

Böyle hayâllere dalmış olan çok kişiyi hiddetlendireceğimi bilerek, açıkça söyleyeyim: Enver Paşa “Turancı” değil, “İslâmcı”dır. Resmî yazışmaları ile hayallerinden bahsettiği ve tamamı binlerce sayfa tutan özel mektuplarında bir defa olsun Turan’dan bahsetmez. Bu yazışmalarda “Turan“ sözü gerçi birkaç yerde geçer ama kasdettiği “Turan” mâlûm ideoloji değil, İran’ın 20. asrın başında bu isimle adlandırılan doğusu ve Orta Asya’daki Türk bölgeleridir. “Turan’a gidiyorum” demek “Turan İmparatorluğu kurmaya gidiyorum” değil, “Orta Asya’ya gidiyorum” demektir.

Enver Paşa, Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile başlayan yurtdışı macerası da Türk devletlerini ve boylarını biraraya getirme hevesi değildir, yani bir “Turan ülküsü” söz konusu olmamıştır. Yapmak istediği, İngiltere’nin emperyalist gücününe son verecek bir “intikam” hareketi başlatmaktır ve bu hareketin temelinde “İslamcılık” vardır…

Paşa’nın Birinci Dünya Savaşı sonrasında gittiği mecburî sürgün sırasında kaleme aldığı mektuplarından nakledeceğim şu ifadeler de, düşüncesinin “Turan”değil “İslâm Devleti” olduğunu açık şekilde aksettirmektedir:

“…İngilizler dişleri sökülmüş yılan gibi sürünürken İslam kazanacak”, “…İngilizler’e karşı açtığım İslâm ihtilâl bayrağının altında bütün müslüman memleketleri toplayarak İngiliz aleyhinde çalışacaklarla, yani Bolşeviklerle birlikte mücadeleye devam fikrinden gittikçe hoşlanıyorum. İnşaallah bu da hem Müslümanlar’a hem memleketimize çare olacaktır”, “…Muvaffak olursak Türkiye, İran, Afganistan birliği vücut bulmuş olur. Bu suretle kuvvetli bir İslâm kitlesi hem İngilizler’e büyük bir darbe vurur, hem de Avrupa’nın altolması için Bolşevikler’in serbest kalmasına vesile olur. İnşaallah bunun hayata geçtiğini görerek seviniriz” ve “…Böyle sürüne sürüne, toprak odalarda duman içinde, maddeten ve senden uzak mânen, yalnız İslâmları kurtarmak teşebbüsüyle yaşıyorum”.

ÖLÜM HİKAYESİ

Enver Paşa 4 Ağustos günü, asıl adı Hagop Melkumyan, isminin Rusçalaştırılmış şekli de Yakov Arkadiyeviç Melkumov olan aslen Ermeni bir Kızılordu subayının emrindeki müfreze tarafından şehid edildi. Ömrünün son macerası günler sonra ölüm tutanağı haline getirildi, sararmış bir kâğıda “Şehîd-i muhterem Enver Paşa Hazretleri pek mukaddes ve yüksek bir maksad peşinde Buhara’da Belcivan Vilâyeti’nin Çegan isimli mahallinde Kurban Bayramı’nın ikinci günü olan 4 Ağustos 1922’de, öğle vaktine yakın bir zamanda, temiz kanını toprağa akıta akıta, kahraman ve mert bir şekilde şehâdet rütbesine nâil olmuştur” diye yazılıp mühürlendi.

Devletin en güçlü adamıyken Almanya’da Türkiye’den “Enverland”, yani “Enveristan” diye bahsediliyordu. Enver Paşa, Birinci Dünya Savaşı’nı kaybetmemizden sonra, 1918’in 1 Kasım gecesi önde gelen İttihadçılar ile beraber Türkiye’den ayrıldı.

MUSTAFA KEMAL’E UZUN BİR MEKTUP

16 Temmuz 1921’de Mustafa Kemal Paşa’ya uzun bir mektup yazarak kendisinin faaliyetleri hakkındaki şikâyetlere ve Anadolu hareketine el koyma iddialarına karşı çıktı. 30 Temmuz’da Ankara’ya yönelik Yunan saldırısı başladığında Enver Paşa diğer İttihatçı liderlerle birlikte Anadolu’ya geçme fikriyle Batum’a gitti.

Bu sırada Trabzon’daki Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti de açıkça onu destekliyordu. 5 Eylül’de burada yapılan ve Halk Şûralar Fırkası toplantısı olarak ilân edilen İttihatçı toplantısında Ankara’daki Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne, İttihatçı sürgünlerle soğuk ilişkilerin sona erdirilmesi için başvuruda bulunulması kararlaştırıldı. Ancak Sakarya zaferi Enver Paşa’nın planlarının bir defa daha bütünüyle değişmesine yol açtı. Bakü’yü terkeden Enver Paşa Tiflis, Aşkābâd ve Merv’e uğradıktan sonra Ekim 1921 tarihinde kendisine refakat eden Teşkilât-ı Mahsûsa eski liderlerinden Kuşçubaşı Hacı Sami ve diğer bazı İttihatçılar’la birlikte Buhara’ya gitti. 8 Kasım’da Türk subaylarla birlikte tekrar yola çıktı ve 19 Kasım’da Akbulağ, 21 Kasım’da Başçardak kışlağına ve 24 Kasım’da Gurgantepe’ye ulaştı. Burada Cedîdci aleyhtarı Lakay İsmâil Bey’in esiri durumuna geldi. Şubat 1922 sonunda buradan kurtulan Enver Paşa Ruslar’a karşı savaşan Basmacılar’ı örgütlemek için tekrar Duşanbe ilerisindeki kışlaklara gitti. 24 Temmuz’da Ruslar’ın Duşanbe’yi alması üzerine geri çekilerek Satılmış kışlağına vardı.

SON KARARGÂHI

Buradan Belcuvan bölgesindeki Âbıderyâ köyüne geçti ve son karargâhını burada kurdu. 4 Ağustos 1922’de karargâhta düzenlenen kurban bayramı töreninde maiyetinde kalan askerlerle bayramlaşırken âni bir Rus baskınına uğradı; yanındaki otuza yakın atlı ile yöneldiği Çegan tepesi mevkiinde giriştiği çarpışmada ön safta vuruşurken öldürüldü. Enver Paşa’nın eşyaları müfreze kumandanı Kulikof tarafından Taşkent’e gönderildi. Bu eşyalar daha sonra Moskova’daki askerî müzeye nakledildi. Cenazesi Âbıderyâ köyünde toprağa verildi.

Kafkasya’dan Berlin’e, oradan da Rusya’ya geçti, Sovyetler’den beklediği desteği göremeyince Buhara’ya gitti ve Ruslar’a karşı Asya’nın Müslüman halkını teşkilâtlandırmaya çalıştı. 4 Ağustos 1922 sabahı Pamir Dağları’nın eteklerindeki Çegan Tepesi’nde bir Rus birliğinin saldırısına uğradı, ön safta çarpışırken mitralyöz kurşunlarıyla can verdi ve bugün Tacikistan’ın sınırları içerisinde bulunan Âbıderyâ Köyü’ne defnedildi.

ENVER PAŞA’NIN ÖLÜMÜNDEKİ SIR PERDELERİ

4 Ağustos 1922’de hazin bir biçimde yaşamını yitiren Enver Paşa’nın öldürüldüğü yazılır ama kimin öldürdüğü bilinmezdi. 4 Şubat 1985 tarihinde araştırmacı Kevork Pamukcıyan’ın Kanada’da yayınlanan Horizon adlı dergisinde çıkan yazısı ise Enver Paşa’yı, Kızıl Ordu’nun önde gelen komutanlarından Hagop Melkumov’un öldürdüğünü belirtir. Ölümün üzerindeki sis perdesi böylece biraz aralanmış olur.

Yazıya göre olayın gelişimi ise şöyledir:

“Enver Paşa’nın Doğu Buhara’daki karargahı Kofrun Kışlasındaydı. Emrindeki güçlerin sayısı tam olarak bilinmiyor. Melkumov’un bin 500 süvari ve 800 piyadeden oluşan küçük bir birliği vardı ve sayısal açıdan çok zayıf olduğu için saldırıyı şafak sökerken yapmayı tasarlamıştı. O gece vadiyi sis bastığından Kızıl Ordu birlikleri Kofrun Kışlası’na görünmeden yaklaşabildi. Kışla büyük bir bağın içindeydi. Melkumov, ortasında altın rengi bir hilal olan yeşil bayrağın başında nöbet tutan kırmızı sarıklı nöbetçileri (Basmacıları) görünce pek sevindi çünkü bu nöbetçiler Enver Paşa’nın kışlada olduğunun kanıtıydı. Baskın basanındır diyerek Melkumov saldırıya geçti.

Önce Melkumov’un birliği kışlayı topa tuttu, ardından süngü takarak saldırıya geçti. Enver Paşa yatağından fırlayarak, gene kimilerine göre elbisesiz ve yalınayak, kimilerine göre giyinik, atına atlayarak dağlara doğru gitmeye başladı. Melkumov’a göre 20-25 kilometre süren bir kovalamacadan sonra Çeğen bölgesinde kıstırıldı ve kanlı bir süngü savaşından sonra, elinde kılıcıyla şehit düştü.

“MUHAMMED’İN VEKİLİ” YAZILI GÜMÜŞ MÜHÜR

Enver Paşa’nın üzerinden çıkan “İslam Orduları Başkomutanı, Halife’nin damadı ve Hazreti Muhammed’in Vekili” yazılı büyük bir gümüş mühür, Melkumov’a armağan olarak verildi, kişisel Kur’anı ve tezhipli hilatı yörenin resmi makamlarına teslim edildi. Melkumov’a gelince, Kızıl Ordu’dan 1937’de emekliye ayrıldı ve 1960’da Türkistanlılar adlı bir kitapta anılarını yayınladı, iki yıl sonra da öldü.”

(Enver Paşa’nın Orta Asya’da kullandığı mühürlerinden biri: Mühürde “Dâmâd-ı Halîfe-i Müslimîn, Emîr-i Leşker Seyyin Enver” yazılı.)

BAŞKA BİR ÖLÜM SENARYOSU

1896 Aşkabad doğumlu, eski adı ÇEKA, 1922’de adı GPU olarak değişen Sovyet Gizli Servisi’nin adamı Grigoriy Sergieviç Agabekov ise anılarında Enver Paşa’nın ölümünü başka türlü anlatır. Enver Paşa’nın kaldığı köye/kışlaya Agabekov pazarcı kılığında yaklaşır, yörenin haritasını çıkarır ayrıntılarıyla ve Kızıl Ordu komutanlığına teslim eder. Kızıl Ordu şafakla birlikte saldırıya geçer. Enver Paşa yiğitçe çarpışırsa da Kızıl Ordu’nun çağdaş silahlarına karşı dayanamaz, bir avuç adamıyla, elinde kılıcı, gene Agabekov’un demesiyle “ölünceye kadar bir aslan gibi savaşır.” Ölüm raporunu da Agabekov yazar. Cesedi hemen şehit düştüğü yerde, Çeğen yöresinde, ulu bir ağacın altına gömülür.

PAŞA’NIN SON MEKTUBU
“Karaağaca çakımla ismini yazdım”

Enver Paşa’nın Orta Asya’da silâhlı bir mücadele içerisinde iken Berlin’de bulunan eşi Naciye Sultan’a yazdığı ve bizzat diktiği deri bir mahfaza içerisindeki bir yabanî çiçekle beraber gönderdiği son mektubu, şehid edilmesinden tam 10 gün öncesinin, yani 25 Temmuz’un tarihini taşıyordu ve “Karaağaca çakımla ismini yazdım” şeklindeki son cümlesiyle de dünya aşk edebiyatına geçmeye lâyıktı. Paşa, atının eğerinin alt kısmından bir parça kesmiş, bunu mahfaza haline getirmiş ve çiçeği bu mahfazaya koyarak göndermişti.

Paşa’nın 1922’nin 25 Temmuz’unda Satılmış kışlağında kaleme aldığı son mektubunun hanımına hitaben yazdığı ve çok özel olan iki cümlesi dışındaki tam metni:

“Naciyeciğim! Sevgili sultanım cici efendiciğim!

Bugün pek sıkıntılı bir hava, tuhaf bir sis, güneş görünmüyor. Düşmandan bir hareket yok. Fakat henüz sabahtır. Hastalarımı geri gönderdim ve Afgan Emîri’nin askerin ve muavenetinin (yardımının) çekilmesinin iyi olmadığını ve Bolşevikler’e emniyet câiz olamayacağını bildirdim. Ve hiç olmazsa eczâ-yı tıbbiye (ilâçların) vesâir malzemesinin iâdesini istedim. Bakalım ne olacak. Bir de Hacı Sami ve diğer arkadaşların bu tarafa geçmesine müsaade olunmasını talep ettim.

İşte efendiciğim, hemen şu satırları yazarak mektubumu kapatıyorum. … her gün sana topladığım buranın yabanî çiçeklerinden maâdâ (dışında) kaç gecedir altında yattığım karaağaçtan kopardığım ufak bir dalı leffediyorum (ilâve ediyorum). Seni öper sever, kucaklar, bu mevcudiyet-i maddiyemle (maddî varlığımla), aşk ve iştiyâkımla sarılarak … Hüdâ’nın birliğine yavrularımla beraber emanet ederim rûhum efendiciğim. Karaağaca çakımla ismini yazdım.

Enver’in”

Paşa’nın kemikleri şehid düşmesinin 74. yıldönümünde Türkiye’ye getirildi, 15 Ağustos 1996’da yapılan devlet töreniyle İstanbul’daki Hüriyyet-i Ebediyye Tepesi’ndeki anıtmezara, diğer İttihadçı kader arkadaşlarının yanına defnedildi.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir